Sanctuary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

old/lost in thought

Aşağa gitmek

old/lost in thought Empty old/lost in thought

Mesaj tarafından Jaska Ilmarinen C.tesi Ağus. 30, 2014 5:40 pm




jaska ilmarinen & josefiina ilmarinen
Jaska Ilmarinen
Jaska Ilmarinen

Vazife : VII. Sınıf
Mesaj Sayısı : 16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

old/lost in thought Empty Geri: old/lost in thought

Mesaj tarafından Jaska Ilmarinen C.tesi Ağus. 30, 2014 5:40 pm




  Kesif sis, Londra'nın ara sokaklarında yine yıldızsız geceyle oynaşıyordu. Sanıldığı gibi gecenin geç saatleri değildi oysa, 9 belki de 10'u anca vurmuştu. Pencereden baktığınızda yüksek katlı Victorian tarzı evlerin kilise camlarını andıran demirlerle sürgülü pencerelerini, yoldaki fahişe ya da dilencileri ve tüm olup bitenler karşısında kayıtsız kalmayı yeğleyen insanları görebilirdiniz kolaylıkla. Eğer bir veya iki yıl önce olsaydı daha Jaska tüm bunların zevkini çıkarmak isterdi; birkaç kadeh alkol, hemen yanıbaşında şayanı dikkat bir bayan, dudaklarına bahşedilmiş belli belirsiz bir gülümseme ve düşünce yapısı en basite indirgenmiş bir "arkadaş" grubu. Bu kadar kısa sürede değişen şey kendisine yaratan tarafından bahşedilmiş 18. yüzyıla özgü görüş açısını fark edebilmesi ve ona göre davranmak istemesi olmuştu. Genç bir adam olmanın verdiği heyecan üzerinde kolayca etkisini gösteriyordu tabii; bir bakıma kendisine eğlence arıyordu, bilindik sınırların dışında bir haz. Pek çok yaşıtının aksine peşinde olduğu ve kendisini tatmin edebilecek şey fiziksel değildi ki bu özelliği onun hemen herkesten, kalıplardan kolaylıkla ayrılmasını sağlıyordu. Bir insanın zihin yapısıdır onu özel ve çekici kılan, her zaman için. Ancak insanı yadırgamamayı Jaska, sıradan bir muggle cinayet davası sonucunda sevdiğinin elinden alınacak olması ile yıkılan bir kadını gözlemleyerek öğrenmişti. Kadının kristal gözyaşları yüzhatlarını pervasızca rahatsız ederken gözlemlemişti. Genç adamın duygulardan bihaberi olduğu söylenemezdi, az çok kestirebileceği tepkilerle karşılaşmasının onu şaşırttığı da; ancak tecrübesizdi. Hayatı boyunca isteğine uygun biriyle karşılaşmamış, dolayısıyla onu arkadaş sayan pek çok kişiyi mazide bırakmak zorunda kalmıştı. Çocukluktan çıkıp erkekliğe karşı ilk adımlarını atan bedeni o tecrübesizlik, bilgi yoksunluğu içinde çalkalanırken ise diline taktığı şeyler hiçbir şekilde normale yakın değildi.

  Uçuk renkli parmaklarını resimlerin üzerinde gezdirdi; oysa hissettiği şey ile kafasındakinin uyuştuğu söylenemezdi. Sorun tasarladığı şeylerden öte kendi kafasındaydı, ne kadar çok kahve tükettiği veya yorulduğuyla ilgili olmaksızın dikkatini toparlayamıyordu. Bir araya ihtiyacı vardı muhtemelen, basitçe kendisini hiçliğe bırakmak ama kimseye fark ettirmeden. Yavaşça, deri koltukta doğrularak düşüncelerinden sıyrılmaya odaklandı. Kahverengi-beyaz renkleriyle döşenmiş ofis tipinde bir oda, ilginç yahut dikkatinizi çekebilecek herhangi bir şey yok. Gül ağacından yapılmış genişçe bir masa, onun üzerinde birkaç oryantal desenlerle süslenmiş Sevr vazoları, kırık beyaz duvarın üzerinde yağlıboya menekşe tablosu ve işlek caddelerden birine bakan ufak bir pencere; fazlasıyla iç karartıcı aslında. Oğlanın odada kırık ten rengi ve sarı saçlarına rağmen parlamasının nedeni ilgi çekici yüz hatlarından öte oraya ait olmadığını belirten bakışları denebilirdi. Diğer adamlara kıyasla fazla bilgili ve aynı zamanda da fazla saf duran, o içindeki yaşam zevkini az da olsa açığa çıkartan asit yeşili gözleriydi sadece. Jaska'yı diğer insanlardan tümüyle ayıran, normal olmadığını belirten tek şey, gurur duyduğu, soylu bulduğu ve kendi iç aristokrasisine uygun olan bu ince detaydı. Sıradan bir iş adamından çok hevesli müşteri rolünü üstlenmiş gibi duruyordu oysa şu an; üzerindeki kotpantolon ve koyu çelik mavisi gömlek de buna kolaylıkla kanıt gösterilebilirdi. Oğlan, İskandinavyadan gelirken beraberinde getirdiği tatlı esintiyle bir suçlu edasında ürperdi; en son ne zaman Helsinki'yi ziyaret ettiğinden habersiz olsa dahi oraki çeşitli kutsal ruhları kendisine çektiğinden emindi. Bu düşünceyle gözleri masanın üzerindeki bağışlayıcı Meryem Ana heykeline takıldı, olayın kendine özgü ince ironisiyle.

  **

  Knockturn yolundaki herhangi bir bara adımını atması tesadüften çok ihtiyaçlardan dolayıydı. Kendisine ait rahatsız edilmeyeceği özel bir mekan, istediği gib eğlenebileceği. Okyanus mavisi gözleri bir köşede flört eden çifte, masaları dolduran birkaç tekinsiz ve tanıdığı insanlara takılıyor fakat hemen silinip gidiyordu. Herhangi biriyle konuşmak dahi şu an onu rahatsız edebilecek bir durumdaydı, kendisi istemediği sürece tabii. Mekanı dolduran insanların herhangi bir özel yanı olmayışı, çoğunun sıradanlığını koruması hafiften sinir bozucu denilebilirdi aslında, yeni bir şey arayışındaydı sonuçta. Uzun süredir konuşmamanın verdiği etkiyle hafif çatlamış olan sesi ile bir ateşviskisi isteyerek gözler önünden çekildi; başından beri amacı bu değil miydi zaten? Çarpık yerleştirilmiş gibi duran bar masaları ve içeride dolanan sis zaten her şeyi fazlasıyla buğuluyordu gerçi, özel bir çaba sarfetmeye gerek yoktu. İnsanları, davranışlarını gözlemlemeyi her şeyden çok bir tutku haline getirmişti; sonraki hareketlerini hesaplamayı. Aklına bir cadı olan teyzesine Hogwarts'ta eğitim görmüş olmasına rağmen büyü dünyasına olabildiğince az yardım etmek istediğini söylediği an geldi. Oysa gerçeğin bu değil de, kendi kanını zorla paylaşan ve bir türlü kopamadığı genç bir kızdan ibaret olduğunu söyleseydi? Zaten kendisine soyunu kirlettiğine, ailenin geri kalanı gibi Slytherin mezunu olduktan sonra ünlü ve soylu bir büyücü olması gerektiğine dair bir şeyler anlatmaya çalışını hatırlıyordu; tüm bunlara nasıl "palavra" diye cevap verince adeta evlatlıktan reddedildiğini. Hemen her akrabası gibi onu da bir insan yerine alıp yapmak istediklerini söyleyince -özellikle detaylandırmadan- kendisinin çocukluğunda olduğu gibi ezilmesi oldukça doğaldı oysa. Çarpık ilişkileri, insanlarla olan ilginç konuşmaları ve belki Salazar Slytherin'i gururlandırması gereken yerde muggle'lara olan ilgisi tamamiyle kendisine ait olmalıydı. Hiçkimseye anlatmayacağı veya anlatamayacağı sırları vardı onun, her daim de olacaktı.

  İçeriye giren cadıyla beraber ilgisi belirli bir noktaya kaydı. Josefiina, kendisinin kırıntısı kadar aristokrat olmayan, bu kelimeden belki sadece telaffuzu için hoşlandığından kullanan o genç beden. Sanıldığından çok daha fazlasını görüp geçirmiş, belki birkaç da ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmış olduğundan iyice içine kapanmış ve sadece ama sadece Jaska'ya açılabilmiş bir ruhtan da ibaret denebilirdi. Jaska'nın onunla olan geçmişi her ne kadar çok olmasa da kızın ona karşı beslediği hayranlık şüphesiz en harikulade şeylerden biriydi. Daha beşinci sınıftayken kütüphanenin o sıkıcı siyasi ve tarih kitapları arasındaki gizli geçidi bulduğunda, şans esere bulduğu bu fırsatı değerlendirerek Jaska'ya iyice sokulmuş, her şeyini anlatmıştı ona. Sanki Finli oğlan onun abisi gibi davranmıştı tamamiyle ve bundan en ufak bir utanç duymamıştı. Sonrasında ise Jaska'nın ona karşı olan zaafını iyice sömürerek ziyaretlerini sıklaştırmış ve yavaş yavaş aklını çelmeye başlamıştı, oğlana karşı olan hayranlığını itiraf ederek saçma vaatlerde bulunarak. Ancak yine rastgele bir gecede bu vaatlerinin ardından oğlanın kolunu yakalamış, masanın üzerinde duran tüy kalem ile derince bir kesik açarak akan soylu kanı büyük bir iştahla içerek kendisininkine karıştırmıştı. Bunu ise 'kan kardeşi' olmak şeklinde adlandırarak telaş etmemesini, artık kızın da onun gibi olduğunu söylemişti. Şu an bile sadece anımsayarak tüylerinin ürpermesini sağlayan gece, Josefiina daha Roxanne iken olmuştu, hala daha günahkar bir fahişenin bakire kızıyken.

  Jaska elinde bir süredir oynadığı ateşviskisini bitirip yenisini alırken kızın uysal, hafif adımlarla kendisine yöneldiğini duyabiliyordu. Ah Josef, ne zaman böyle bir fırsatı kaçırırdın ki? Kendisine çevrilen ve sorgulayıcı gözler, çıkık elmacık kemikleri ve kadınsı bir bedenle bütünleşmiş zarif bir ruh kesinlikle neden burada olduğunu değil de neden yalnız içtiğinin merakından ötürüydü. Her ne kadar eskisine oranla çok daha durgunlaşmış bir hayat stiline sahip olsa dahi Jaska'nın, o yarı Fransız yarı Finli adamın, yalnızlığa alışmaktan ne kadar korktuğunun farkındaydı. O şekilde bakmak gerekirse Josef aslında Jaska'nın bile bilmediği pek çok şeyin farkındaydı, onu kendisinden bile iyi tanıyordu.
  Başucuna kadar gelen genç ruhu farketmemiş gibi davranamayacağının bilincinde olması nedeniyle dudakları yavaşça kıvrıldı ve kişisel eğlencesine, yani cadıya çevirdi gözlerini. Her zamanki gibi sevdiği bir portreye bakarmışçasına kendisini inceleyen yaratığın varlığından alabileceği son eğlenceyi de tüketti ve onun da duyabileceğinden emin olduğu bir sesle mırıldandı. "Hoşgeldin."
Jaska Ilmarinen
Jaska Ilmarinen

Vazife : VII. Sınıf
Mesaj Sayısı : 16

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz