Sanctuary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Atziluth, Bölüm 4;Sinek As

Aşağa gitmek

Atziluth, Bölüm 4;Sinek As Empty Atziluth, Bölüm 4;Sinek As

Mesaj tarafından Wenzel Paz Eyl. 21, 2014 4:58 pm







Atziluth, Bölüm 4;Sinek As OynCbME

“Maske düştü, yalanlar kayıp, gerçekle yüzleşmeye hangi insanoğlunun cesareti var ki?”
Liverpool

Önce bir çığlık, sonrasında ise büyük kapıdan hole yayılan dipsiz bir karanlık onu takip eden ardı sıra kesilmeyen korku dolu feryatlar. Mermer zemine yağmur gibi yağan, tene kafesli ruhları somutluk ve soyutluk arasındaki ince çizgide tutan kan damlaların, zihninin derinlikte bir fırtına misali duyulması. Doğrulmak isteyen bedenini durduran garip bir şey ve göz kapakları ardından yanaklarına süzülen acının ve çaresizli halefi gözyaşları. Sadece birkaç dakika sonra sükunete duran koca mimarinin soğuk ürpertisinin nemli yanaklarında hissetmesi, devamında gelen odasının bulunduğu koridordaki ayak sesleri. Sonrası ise sonsuz karanlık.

Bir deniz kıyısında olmalıydı sanki. Kulaklarına dolan sesler bunun göstergesiydi zira. Dalgaların senfonisi, martıların türküleri ve suyu yalayıp geçen meltemin rehavet dolu tesiri. Evet, evet bir deniz kıyısında olmalıydı. Taşlara çarpan sert dalgaların yarattığı köpüklerin sesini ta buradan duyuyordu zira. Peki kendisi neredeydi? Biraz önce garip bir rüya görmüştü. Çığlıklar, dini sembolleri ve tabloların üstünden akan kanlar, mermer zemindeki korkunç cesetler ve öylece yatağında kalakaldığı odasını dolduran karanlık. Aslında o kadar karanlık değil gibi geliyordu şimdi ona. Sadece kapı aralığından sızan siyah bir dumandı sanki, ama kapının açıldığını duyduğunda nemli suratında hissettiği sıcaklığı anımsadı birden. Rüya gibi ya da bir kabus gibi değildi. Sanki gerçekti. Uzaktan yayılan ateşin ılıklığı yüz hatlarını yalayıp geçiyordu. Islaktı suratı. Neden ıslaktı peki? Rüyasında ağlamış mıydı? Ya da gerçekten ağlamış mıydı? Çünkü o ıslaklıkta sıcaklık kadar gerçek gibi geliyordu şimdi ona. Peki nerdeydi şimdi? Başka bir rüyanın içinde mi? Gözleri açıktı aslında ama gördüğü sadece karanlıktı. Ama denizin kokusunu içine çekebiliyordu. Ciğerlerine dolan nemli havayı ve suratını yalayıp geçen esintiyi. Neden bir şey görmüyordu peki? Hatta hareket dahi edemiyordu. Ya da kılını dahi kıpırdatacak takati yoktu. Evet, çok bitkin hissediyordu kendi. Hatta baygınlık geçirmiş gibiydi. Zihni o kadar bulanıktı ki cümlelerin, sözcüklerin ve harflerin önemi kalmamış gibiydi. İçinde bir yerlerde hep tehlike sinyalleri veren bir şey vardı. Bunu iyi bilirdi Kardinal Gabriel. Bir zihninde eski anıların arasından çıkan yıpranmış bir fotoğraf misali eski bir dostun yüzünü gördü. O zamanlar genç bir delikanlı idi. Hatta tüm derdi bir fahişenin bacak arasında olan günahkar bir genç. Avcılarla takılan parasını içkiye ve fahişelere yatıran bir delikanlıydı. Hatırladığı sima ile değişmişti hayatı. Tamamen kendisini maneviyata adamış birisi olmuştu. Avcı Pharell’ın eline tutuşturduğu parşömenleri görüyordu şimdi. Ve bedenindeki tehlike çanlarını çalan hissiyatı körükleyen o gün pek de önemsemediği cümlelerdi. “Daima tetikte olmalısın Gab.” Ne için tetikte olması gerektiğini ilk başlarda sorgulasa da aradan geçen seneler boyunca bunu umursamamıştı. Ama şuanda bedeni neden bunu umursuyordu. Dalgaların sesinin arasına, çakıl taşları üzerinde hareket eden adım seslerini duyduğunda ürpermiş ve bütün dikkati dağılmıştı. Demek ki bir rüya da değildi. Ama bir rüyada olmayı dileyecekti.

Denizin kokusu arasına karışan tütün kokusu ile rehavete uğrayan vücudu, arkasında garip bir şekil biçiminde olan ve onu yapmak için harcadığı çabanın verdiği yorgunluğa rağmen kendince isimlendirdiği sanat eserinin ortasındaki çarmıha gerilmiş olan bedene doğru yürümeye başladı. Sigara izmaritini denize attığında elindeki maskeyi yüzüne geçirmişti Wenzel. Şimdi tütün ve deniz kokusunun yanı sıra, bedene yaklaştıkça keskin benzin kokusu ziyaret ediyordu ciğerlerini. Sanat eserinin üstünde arşınlayıp adamın gözlerindeki bağı çözdüğünde, yavaşça geriye çekildi Wenzel. Yaşlı beden önce anlamsız bir biçimde gözlerini kırpıştırarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı önce. Buğulu gözleri kendisinin maskesi ardına gizlenmiş çehresindeki bakışları ile buluştuğunda garip bir telaş ve korku ile ürperdiğini görmüştü. Hareket etmek istediğinde, derisi altına girip çıkan ve ceviz ağacından olduğu tahmin ettiği odunlara çakılmış bedeni acı ile sarsılmıştı. Adamın acı dolu hırıltısı dudaklarından dökülmesini zevkle izlerken, tüm dirayetini toplayıp onu sorgulayan sözcükleri sarf etmişti acizce. “Kimsin sen!? Ve-” Birden sözcükleri yarıda kalmış ve bakışları altındaki şeylere kaymıştı yaşlı bedenin. Korku ve şaşkınlıkla açılan gözlerinin göz pınarlarına acı ve dehşet içerisinde kaldığını belli eden yaş tomurcukları belirmeye başladığında, Wenzel maskesi ardında gizlenmiş dudaklarında hain ve sadist bir gülümseme vardı. “Bu ne!? Tanrım bu ne!? Hayır bu olamaz! Sen, sen nasıl bir canisin! Tanrım bana merhamet et!” Yaşlı bedenin gözleri, yere çakılı çarmıhın etrafındaki cesetlerdeydi gözleri. Daha doğrusu ceset parçalarındaydı. Kesilmiş eller, kollar, bacaklar ve kafaların yanı sıra tüm uzuvlarını kaybetmiş gövdeler. Wenzel, sanat eseri diye tabir ettiği çalışmasını dehşet içerisinde izliyordu Kardinal Gabriel. Gözleri korku dolu ve iğrenmişle açılırken, tam önünde uzanan denize doğru akıp giden kan nehrini fark etmişti. Nutku tutulmuş ve korkudan titremeye başlamıştı . Terlemeye başlayan vücudu karşılaştığı sahne karşısında daha fazla dayanamamış ve ihtiyarın tüm midesindekileri dışarıya çıkarmasına sebep olmuştu. Wenzel karşılaştığı sahne karşısında kahkaha atarak söze girmişti. “Merak nedir Kardinal bilir misin?” Ağzındaki ekşi mide suyunu tüküren kardinal şaşkın ve anlamsız gözlerle ona bakmakla yetindi. Zira konuşacak durumda değildi. Dudaklarını araladığı an bir kez daha kusacağından emindi. “Merak diyorum Kardinal ne garip bir şey öyle değil mi? Tanrı ilk insanoğlunu yaratırken onlara neden böyle bir yeti verdiğini biliyor musun? Ya da şöyle söyleyeyim sevgili Kardinal, insanın düşünüp, araştırması için önce ne yapması gerekiyor? Gözlerinden okur gibiyim evet! Merak etmesi gerekiyor! İnsanlığın ilk sınavı meraktır Kardinal. Merak insanoğluna düşünme ve uygulamaya geçirme yetisine sahip olmasını sağlar.” Kardinalin anlamsız bakışlarını süzdü birkaç kere Wenzel. Korku ile açılmış bakışlarını, titreyen dudaklarını. Sonra bir kez daha azat etti sözcükleri dudaklarının arasından. “Ve merak aslında ilahi bir duygudur. Zira Tanrı insanoğlunu yarattığında kendisine karşı gelen ve cennetten kovulan şeytanın ne yapacağını merak etmiştir.” Kurumuş dudaklarını dili vasıtası ile ıslattıktan sonra sözlerine devam etti.  “Ve insanların yarattığı dünyada kendisi için neler düşündüğünü ve şeytana karşı neler yapacağını.” Maskesi ardındaki çehresi sadist bir zevkle gerilmiş ve gülümsüyordu.  “Ayrıca en garibi ne biliyor musun Kardinal? İnsanın merak edip çağlar öncesinden teknolojiyi başlatan bir şeyi buldu. Ateşi. Ne garip öyle değil mi Kardinal? İnsanoğlunun medeniyet olarak gelişmesindeki ilk adımın ilk yaratılan meleğin üstelik baş meleğin ve üstelik cennetten kovulan ve kötülüğün lideri olan şeytanın özündeki elementle atılması.” İhtiyar beden anlam veremediği sözcükleri düşünüyor gibi durmuyordu. Daha çok içinden Tanrı’ya yalvarıyor gibiydi. Kurtulmayı diliyordu acizce. Sessiz yakarışlarına bir cevap arar gibiydi gözleri. Yerdeki cesetlerin ve maskeli bedenin arasında gidip geliyordu gözleri.

“Ne istiyorsun? Lütfen beni bırak gideyim. Lütfen!”
“Hala günahkar piçin birisin Gab. Söylesene gençken haftanın beş gününü fahişelerin bacak arasında geçirdiğin günleri özlüyor musun? Ya da Avcı Pharell ve arkadaşlarını? Ve ya Agnes Hartlieb isimli o genç kızı?”
“Ne… Sen nasıl?”

Wenzel aradaki mesafeyi hızla arşınladı. Ceset parçalarını umursamadan üstlerine basarak geçti. Yaşlı bedenin titreyen çenesini elleri ile sıkıca kavradığında, gözlerinde öfke ile kutsanmış bir bakış vardı. İçten içe intikam ile yanan ruhunun kıvılcımları gözlerinin içindeydi sanki. Adamın çenesini neredeyse kırmak istercesine sıkıyordu Wenzel. İhtiyarın korku dolu gözleri maskenin tek açık kısmı olan gözlerinin bulunduğu kısma bakıyordu sadece.   “Boğazı kesilmiş ve sadece bir çukurda yakılmayı bekleyen bir cesedi becermek nasıl bir duyguydu ha!? Kardeşimin tadını beğendin mi bari!?” Sinirle kavradığı çene hızla geriye doğru ittirerek yaşlı bedenin kafasını sert bir şekilde vurmasına sebep olmuştu Wenzel. İhtiyar sadece fal taşı gibi açılmış gözlerle ona bakıyordu. Kafasındaki acıyı umursamıyor gibiydi. Bir önce söylenen sözcüklerdeydi tüm dikkati zira. Cesetlerin üstünden inişini izledi. Siyah pardösü, bir örtü misali ceset parçalarının üstünde dalgalanmıştı. Kanla sulanmış çakıl taşlarının üzerinde durduğunda bir kez  sesi ihtiyarın kulaklarına çarpmıştı.  “Kafandaki soru işaretleri ile uğraşmayı bırak. Evet o benim kardeşimdi. Lanet olası becerdiğin ölü benim kardeşimdi. Neyse ben bu konudan sıkıldım. Ve ben sıkıldığımda hep bir sigara yakarım. Ama bu seferki ateşin daha büyük olmasını istiyorum. Bir kibrit ucundaki cılız bir alev değil.” Kardinal önce söylenen son sözcükleri anlamamıştı. Aslında bütün dikkati geçmişte olanlarla alakalı olan şeylerdeydi. Bu bedenin nasıl olur da geçmişte yaptığı şeyle bir bağlantısı olur diye düşünürken burnuna keskin benzin kokusu geldiğinde bütün bedeni ürpermişti. “Aradığın soruların cevaplarını cehennemde El Paso Kasabına sorabilirsin Gab.” Kibritin kutunun kenarına doğru sürtülme sesi sanki çok uzaklardan gelen bir sesmiş gibi yankılanmıştı. Sonrasında ise cesetlerin üstüne doğru fırlatılmış alevli ufak çubuğun ateşteydi bakışları. Ateş ceset parçalarının arasına girip kaybolduğunda, ani bir şekilde bedeninin altından suratına doğru yayılan sıcaklık hissini hissettiğinde büyük bir alevin parladığını gördü. Ölüm bacakları altındaki ölü bedenlerin arasından bir alevle peydahlanmıştı bile.

Wenzel, yükselen alevlerin arasında çığlıklar atan adamın acı ile ölümü izliyordu. Maskesi ardındaki pis bir gülümsemenin yerleştiği çehresinde ateşin sıcaklığını hissedebiliyordu. Ciğerlerine dolan havanın içinde yanık et kokusu vardı. Ama o bunu umursamadı. Sadece ateşin çarmıhın üzerindeki bedeni sarışını ve cesetlerle yaptığı şeklin alev alev yanmasını izliyordu. Kuş bakışı ile bu kıyıyı seyrettiğini düşündü bir an. Ve gördüğü manzara, kıyıda yanan koca bir alevdi. Ama biçimsiz bir alev değil, iskambil kağıtlarındaki sinek olarak tabir edilen kartın sembolü şeklinde yanan bir alevdi. Gülümsemesini gizleyen maskesine uzandı eli. Yavaşça onu suratından çekip aldığında doğruca ateşin içine fırlattı. Siyah pardösü ile birlikte siyah ceketini de alevlere teslim etti. Cebinden çıkardığı sigara paketinin içindeki tek sigarayı alıp yaktığında paketi öylece yere bırakıverdi. Paketin üstünde sigara sağlığa zararlıdır reklamı yoktu. Aksine ortasında bir ölüm meleği bulunan sinek as figürü vardı. Göğe yükselen ateşin sıcaklığı altında kül olan bedenleri seyretti bir müddet daha. Ardından topukları üstünde dönüp kıyı boyunca yürümeye başladı. Ve dudaklarından sözler döküldü ateşin halefinden.  “Bir çığlık süsler dalgaların şarkısını ve bir yangın yeri peydahlanır fezanın ateşlerinden şöylelemesine büyük ve kocaman, denizin serseri aşığı rehavet dolu esintisine karşı binlerce kol misali göğe doğru dalgalanır. Ve bir adam sefirot ağacının karanlık gölgesinde hayatına dair kumar oynar filizlenen ceviz fidanlığının içindeki kara bir çukurda. Ve bir kart çekip alır destenin içinden. Bir kıvılcım peydahlanır kartın ucunda, ufak bir ateş sarar kağıdı daha sonrasında koca bir yangın yutar kehribar bakışları. Ve ölüler çekip alır kartı ölü parmakların arasından sonrasında sinek asın şarkısını fısıldarlar kül olmuş kulaklara; Atziluth!





RP SONU


Wenzel
Wenzel
Şair

Mesaj Sayısı : 4

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz