Sanctuary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

It's too late it's too soon or is it?

Aşağa gitmek

It's too late it's too soon or is it? Empty It's too late it's too soon or is it?

Mesaj tarafından Armin Verhoeven Paz Ağus. 31, 2014 4:08 pm

It's too late it's too soon or is it? Ne6qtN0
Armin Verhoeven
Armin Verhoeven

Mesaj Sayısı : 2

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

It's too late it's too soon or is it? Empty Geri: It's too late it's too soon or is it?

Mesaj tarafından Armin Verhoeven Paz Ağus. 31, 2014 4:09 pm






“Somut gerçekliği bulmak istiyorsan din sıfatı altında topladığın yargılarından vazgeçmelisin. Çünkü yapacağın ilk şey Tanrı’yı sorgulamak olacaktır…”

Yirmi Temmuz günü, okyanus kokulu yumuşak bir sıcak esintiyle kaplı olan Praia şehri, Toledo Kilise’den yayılan çan sesleri ile kasılıp gerilmişti. Ayin için havaya salınan kulakları tırmalayan bir ezgiydi bu. Şehirdeki Hristiyanların çoğunun ayaklarını sürükleyerek ve aptalca bir mutluluk ve huzur içinde kiliseye doğru, bir pençe misali uzanan taşla kaplı patika yoluna doğru arşınlıyordu. Armin, sükuta durmuş olan ve meydanı aydınlatmak için yapılmış muggle icadı bir direğe yaslamıştı bedenini. Kaidesini çiğnercesine yüzünü ekşitmiş ve o ürkütücü ifadesizliğinden sıyrılan kadet mavisi gözlerini doğruca kalabalığın uzayıp gittiği pati sonundaki kilisenin çan kulesine odaklamıştı başını. Umursamaz ve bıkkın bir şekilde sağ elinin baş parmağı ile sağ şakağını ovaladıktan sonra, dakikaların ardından ilk kez kımıldayan bedeninin kaslarının kramplar doğuran sanrılarını umursamadan siyah pantolonun cebindeki gümüş kaplama olan sigara tabakasını çıkarmıştı. Tabakanın ışıltısı, yaz güneşinin altında parıldadığında, sanki dışarıya sıradanlık abidesi gibi gözüyordu adeta. Oldukça sade ve hiçbir işlemesi olmadığı izlenimi veriyordu. Gümüş sigara tabakasını sol eline yerleştirdiğinde sağ elini, sanki üstündeki bir şeyden kurtulmak istercesine hızlı bir şekilde savurduktan sonra, direkt olarak tabakanın üstüne yerleştirdi. Yaz güneşinin dünyevi sıcaklığı dışında sağ elinin içinden yayılan sıcaklığı hissettiğinde, yavaşça elini geri çekti. Sıradanlık abidesi olarak görülen tabakanın üstünde beliren kara mamba kabartması önce tabakanın yüzeyinde bir süre yükseldikten sonra, tıslamayı andıran bir şekilde alevlenip tabakanın alt ve üst kapağının birleşim boşluklarına alevi üfledi. Garip bir sesle açıldığını ifade eden sigara tabakasının içinden bir tek sigara aldıktan sonra sıradan bir şekilde kapanan tabakayı eski yerine yerleştirdiğinde, sigarayı çoktan dudaklarının arasına almıştı. Onu yakmak için sağ elini kullanıp basit bir şaklatma hareketi ile ateşi eline davet etti büyücü. Ateş, tütün ile buluşur buluşmaz yaz güneşi altında kavrulan masmavi gökyüzüne gri dumanlar yayılmaya başlamıştı. Derin bir nefesi ciğerlerine boca ederken, sigaranın ağzında bıraktığı tütün tadına alışmıştı. Kekremsi bir his bırakan tadı umursamadan sigaraya olan bağımlılık arzusunu tatmin ediyordu. Zihni ise bu sabah eline geçen bir kağıt parçasının üstünde akıp giden yazılardaydı.

“Sayın Armin Verhoeven,Tarafımızca muhafaza edilen ve saklanan Haham Lacsky tarafından tercüme edilip tekrar kelimelerin kağıda döküldüğü sanan Sandalfon’un Mührü hakkındaki bilgiye nereden ulaştınız bilmiyorum. Lakin, bu benim işim değil elbet. Teklif ettiğiniz cüretkar rakam için çok ama çok teşekkür ederim. Ama yazıtların olduğu araştırma dosyası satın alınmıştır. Size daha önceki mektubumda belirttiğim gibi, yazıtlar en yüksek fiyatı verenin olacaktır elbette.
Haham Schwartz.”


Mühür hakkında topladığı onca yazıtın içindeki şifreyi çözmek için gereken en büyük umudu kaybetmiş gibi görünüyordu. Bu durum da oldukça canını sıkıyor ve kadet mavisi gözlerinin arkasında öfke ve kin duygularının karanlık siluetleri donuk olan çehresini biraz daha gerilmesine sebebiyet veriyordu. Sigarasından derin bir nefesi daha ciğerlerine boca ettiğinde, meydandan aşağıya doğru kıvrılarak inen taş yola çevirdi yönünü. Hızlı ve emin adımları, meydanın taşları üzerinde yankılanırken, hızlıca bir kez daha sigaranın nikotin dolu dumanını ciğerlerine. Sonrasında öylece meydanın ortasına fırlattı. Havada adeta raks ederek süzülen sigara meydanın eski döşeme taşlarının üstüne öylece çarptığında, hala yanmakta olan tütünün kızıl hareler saçarcasına etrafa saçılmıştı.

Armin, şehrin alt kısımlarında adeta unutulmuş bir yeri anımsatan toprakların üzerinde yükselen yüksek mimarisi ile daima dikkat çekecek bir pozisyonda olan Haham Schwartz ve onun tebaasının eğitim alanı olan büyük bir malikanenin içindeydi. İç mimarisi oldukça abartılı görülen ve her yerden ciğerlerine dolan tütsü kokusu midesini bulandırmıştı büyücünün. Umursamaz bir tavır takınmaya çalışsa da yüz hatlarında dalgalanan gergin ifade buna izin vermiyordu adeta. İçeriye kabul edilmeden önce kafasındaki saçların üst tarafın başlayıp sol gözüne ve sol yanağına doğru inen derin ve ürkütücü bir yara izine sahip tek gözlü kahya görünümlü adama haham ile acilen konuşmak istediğini belirtmişti. İlk başta kabul edilmeyeceğini ifade eden cümle öbekleri ile karşılaşsa da, büyücü içeriye zorla girebileceği konusunda ufak bir tehdidi yem olarak ona sunmuştu. Şimdi ise bekleme salonunda, tam karşısında içeriye doğru açılan ve eski Rönesans mimarisini andıran işlemeli büyük kapıya odaklamıştı kadet mavisi gözlerini. Kapının açıldığını ifade eden ince bir gıcırdama sesi, sessizlik içinde kavrulan malikanenin derinliklerinde yankılandığında içeriye kendisini buyur eden bir duruşla kapıda dikilen kahyaya görünümlü, ince tıknaz ve oldukça yaşlı olduğunu ifade eden uzun beyazlamış sakalların çevrelediği çökmüş yüz hatlarına sahip adama doğru çoktan yürümeye başlamıştı bile büyücü. İçeriye doğru açılmış tek kapının eşiğinden adımını attığı anda, serin ve rehavet dolu olan geniş ve büyük bir çalışma odasını andıran mimarinin içerisine girmişti. Kapıyı açan yaşlı adam kapıyı çıkarken arkasından kapatmıştı. Büyükçe olan çalışma masasının arkasında görkemli olabilecek bir görünüme sahip arkası büyücünün çehresine çevrilmiş bir deri koltuğun ardındaki bedene seslenmek istedi. Ama sanki, koltukta oturan adam durumu sezmişçesine ayağa kalkıp yüzünü büyücünün gergin kadet mavisi gözleri ile buluştuğunda, Armin ister istemez gerilmişti. Çünkü koltuğun arkasında duran beden haham değildi. Kendisi gibi eski kabala öğretilerini kovalayan ve elinde sayısız yazıtlar bulunan ve kendi bulunduğu sektör içerisinde şifre kırıcı olarak nitelendirilen Jorge Vincent Castro isimli büyücü ve iş adamı vardı.

“Bu yazıtlarla neden bu kadar çok ilgilendiğini sorabilir miyim genç adam?” Castro’nun şarap kokulu dudaklarından dökülen kelimeleri histerik bir iç çekişle karşıladıktan sonra biraz gergin bir ses tonu ile kendisine yöneltilen soruya cevap verdi büyücü.  “Sizden de aynı şekilde bir yazıtı satın almaya geldiğimdeki gibi aynı soruyu size yöneltmiştim Bay Castro. Ve gene size, sizin olan bir cevapla karşılık vermek istiyorum. Bunun sizi ilgilendirdiğini pek sanmıyorum.”  Gerilmiş olan çehresi, ortamdaki rehavet dolu serinliği adeta silip süpürmüş gibiydi. Castro yavaşça masanın etrafından dolanıp, arka bahçeye bakan büyük pencereye yaklaşıp mavi gözlerini uçsuz bucaksız bir mavilikle raks eden yeşilliklerin arasına odakladığında tekrar azat etti sözcükleri şarap kokan dudaklarından.

“Oldukça kibirlisin genç adam. Ve fazlasıyla hırslı. Bu yüzden yenilmez falan olduğun yanılgısına düşüyorsun. Bu seni hayatta her daim kaybeden yapar.”
“Sizde oldukça küstah ve haddini bilmezsiniz Bay Castro. Ne yaptığım veya ne yapacağım gene sizi ilgilendirdiğini pek sanmıyorum.”  
“Bak evlat-”
“Bay Verhoeven unvanını tercih ederim. Zira ben size moruk gibi bir sıfatı yakışık görmüyorum Bay Castro.”  
“Bakın Bay Verhoeven, bu yazıtlarla olan çekişmemizin sebebini biliyorum. Benim uzun zamandır kovaladığım bu yazıtın içinde diğerlerini çözebilecek ipuçlarına olduğu konusunda sanırım ikimizde hem fikiriz. İşte bu yüzden sana elinde ne kadar yazıt varsa bana satmanı talep ediyorum. Fiyat konusunda ise endişe edeceğinizi pek sanmam. Zira istediğiniz fiyatı benden talep edebilirsiniz.”
“Servetinizin hepsini önüme yığsanız dahi bu teklifi şimdi ki gibi reddedeceğim Bay Castro. Zira servetiniz bunu pek karşılayacak bir pozisyonda olduğunu sanmam.”
“Sabrımın sınırlarını zorluyorsun Verhoeven.”

Armin’nin üstünde dolaşan gerginlik bir bulaşıcı hastalık misali yaşlı bedeninde üstünde dolanmaya başlamıştı bile. Mavi gözlerinin derinliklerinde acımasız bir parıltı vardı adeta.  “Sabrınızın sınırını çoktan geçtiğimi zaten biliyorum. Ama kusura bakmayın, ben sizin ezdiğiniz böceklerden birisi değilim. Sizinle aşık atabilecek birisi de değilim evet. Çünkü-” Büyücü derin bir nefes almadan önce duraksadı ve çehresine yerleşen haince bir tebessümle karşısındaki bedenin mavi bakışlarına odakladı kadet mavisi gözlerini.  “Çünkü siz de bana göre bir böcekten ibaretsiniz Bay Castro.”  Yaşlı adamın çehresi aniden solmuş ve tepkisiz olarak tutmaya çalıştığı çehresindeki ifadesinin yerini tamamen öfke ve kin bürümüştü. Hızla pencerenin yanından ayrılıp büyücüye yaklaşmış ve asasını doğruca ona doğrultmuştu. Armin, burnunun dibinde kendisine asa doğrultan bir bedene ise tüm soğukkanlılığı ile öylece bakıyordu. Karşısındaki adamın arkasına aldığı sahte cesaret dalgasının sebebi, içeriye girilmeden önce asasının alınmasından dolayı idi. Yaşlı adamın öfke dolu bakışlarından kendi bakışlarını çektiğinde, topukları üzerinde, ahşap zeminde dönüp odanın kapısına doğru ilerlediğinde, arkasında bırakmış olduğu bedenin afallamış olduğunu biliyordu. Kapıyı açtığında, ani bir şekilde pantolonun cebinde daima duran, uğuru kartı sinek as’ı hızlıca tam büyücünün ayakları dibindeki zemine fırlattığında, küçük çaplı bir patlamayı anımsatan bir ses yankılanmıştı odada. Genç büyücü ise geriye doğru düşerek hamle yapan yaşlı bedene bakarken, gözleri ahşap zemine saplanmış ve çarptığı yerde siyah büyük bir leke oluşturmuş olan eflatun dilli kızıl sarı alevlerin arasında yanan sinek as vardı. Genç büyücü, sessiz savaş ilanının ardından kendisine doğru gelen koşuşturan güruha yakalanmadan hızlı ve emin adımlarla dışarıya çıktığında, Jorge Vincent Castro isimli büyücü, yanan sinek asın çevresinde oluşan siyahlıklarından arasında yazılmış olan kelimeyi gördüğünde hafife alınmayacak bir düşmana sahip olduğunu o zaman anlamıştı. Zeminin üzerine adeta kazılmış harflerden çekemiyordu çünkü bakışlarını. Ve içgüdüleri çılgınlar gibi dikkatli olmasını haykırıyordu. Çünkü onun lügatında bu kelimenin kendisi nazarında yaratacağı etki kaostu. İçeriye doluşan bir çok beden şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışırken, kendisine doğru yaklaşan Haham Schwartz’a yeri işaret ederek, savaş ilanını mahcup bir şekilde kabul eden bir diplomat gibi fısıldamıştı.  “Atziluth…”

Armin Verhoeven
Armin Verhoeven

Mesaj Sayısı : 2

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz