Sanctuary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

kar tanesi

Sanctuary :: 

 :: 
bahçe
 :: 
avlu

Aşağa gitmek

kar tanesi Empty kar tanesi

Mesaj tarafından Irja Järvinen C.tesi Ağus. 30, 2014 6:03 pm




irja järvinen & jayden wolcjek


En son Irja Järvinen tarafından C.tesi Ağus. 30, 2014 6:18 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Irja Järvinen
Irja Järvinen

Vazife : VI. Sınıf
Mesaj Sayısı : 6

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

kar tanesi Empty Geri: kar tanesi

Mesaj tarafından Irja Järvinen C.tesi Ağus. 30, 2014 6:03 pm




Kışın bir baharı var; uzaktaki bülbülün şakımasının yankılarıyla, bir annenin ninnileriyle, ıslak toprağın dahi beklemediği nergisler, sardunyalar ve daha pek çoğuyla bezeli olduğu bir dünya saklıdır derler. Farkındalık kabiliyetiniz yeteri kadar gelişmişse ve hayatı biraz olsun kaale alıyorsanız, o göreceğiniz saklı şehir, kesif sisinden kurtulacak ve sadece bir saniyeliğine sizi o harikulade, belki sadece bu yolla edinebileceğiniz mutluluk duyusuyla içine alacaktır. Gördüğünüz şeyler son derece doğal olduğu kadar oraya ait olmayıp sizi hem hoşnut hem de rahatsız edecek derler. Orada daha önce olmayan taptaze suyuyla akan ırmak, hayatınızda karşılabileceğiniz en kadimli ağacın rüzgarla pervasızca oynaşırken kopan yapraklarını taşırken aynı zamanda esen o hafif rüzgar tamamiyle başka bir boyut olacak. Belki Irja gereğinden yüksek bir altıncı hisse, belki de diğerlerine oranla hayatında o, şu an olduğundan da gençken yer edinen sanat ve sanata olan düşkünlüğünden dolayı bunun doğruluğunu sezebilecek bir konumdaydı. Daha da genç olduğu dönemlerden beri o kapıyı açmakla uğraşmış ancak yeteri kadar görme yetisine sahip olmayışından ya da tecrübe eksikliğinden dolayı bir türlü becerememişti. Şu ana dek. İşgal ettiği hafif mora çalan, gül ağacı oymalarıyla göze hitap eden koltukta bile dışarıyı izlerken sanki o dünyayı görüyorcasına büyülenmiş duruyordu. Görüyor muydu istediğini yoksa sadece her zaman gözünü alan birini mi izliyordu, şu an dahi bilinmez. Ancak bu her ne ise, vaktinin genelini geçirdiği koltuğunda doğrulmasını, zihin yapısının genellikle yaşama gücüyle birleşerek ışıldattığı gözlerini bir yere sabitleyip sırf aradığını bulması için ortak salonu terk etmesini sağlayacak kadar önemliydi.

Gereğinden hızlı aynı zamanda düşüncesiz adımları sonucunda kendisini attığı avlu onu tamamiyle ters bir şekilde karşılamış olsa dahi dudakları ilginç bir şekilde kıvrılarak halinden hoşnutluğunu gösterdi. İnce tişörtünü yoksayarak kırık renkli teniyle temas eden o soğuk rüzgar dahi aslında ne kadar güzel gelmişti ki ona. Çok doğaldı, çok saftı ve kesinlikle bir o kadar güzeldi. Gözünü kamaştırması dolayısıyla arşı görmesine veya hissetmesine izin vermeyen o gökyüzü, bu sefer ona kırık kanatlarını, küçük perilerini sunuyor ve o bir saniyelik mükemmelliyetin sonucunda tekrar nereye döneceğini anımsatmak için küçük buseler konduruyordu saçlarına. Sonradan suya dönüşen ve yok olan buseler.

Zarafet ve görkemin en güzel ezgiyle harmanlandığı, bu sesin ve ses tonunun oluşturduğu o güzel an bitince bir an boşlukta hissetti kendini. Latif bedeninin yine o latif sonsuzluğa çekilişini izlemiş, belki de birkaç dahi imge görmüştü, ne anlama geldiğini bilmediği. Ufak dozda alınan uyuşturucu etkisinden ziyade sadece o ana bağlı kalan bir görüş yeteneğini tatmış sayılabilirdi. Sadece o an için hissizleşmiş, sanki vücudunda bulunan o üç enerjiden bir diğerine geçiş yapmıştı. Bir saniye için ama, dahası yoktu. Tüm bunlardan zorlukla sıyrıldığında, kendi benliğindeydi tekrardan. Saçlarında yavaşça eriyen kar tanelerine, öğrencilerin sesleri, Hogwarts'ın çanlarına, gördüğü kilise pencerelerini andıran camlara ve soğuk taş duvarlara bir geri dönüştü her şey. Sırtından inen damlalarla ürperdi, fakat daha farklı bir tepki de vermedi. Her zamanki gibi içeriye geçip kendi işine bakabilir ya da en azından üzerine daha kalın bir şey geçirebilirdi, yapmadı. Asit yeşili gözleri saat kulesinin gölgesiyle hafif perdelenmiş duruyor, bedeni az önce yaşananlardan sonra vücut hücrelerini kontrol ediyor ve zihni ise tamamiyle olanları idrak etmeyi meşgale sayıyordu kendisine. Herhangi bir insan varlığı gibi bunun, Irja'nın adını dahi hatırlamayacağı karışık bir psikolojik rahatsızlık olduğu savunulabilirdi bir dereceye kadar, oysa içince bulunduğu dünyada bu durum genetiği dolayısıyla 'görme yetisi' adı altında kategorize ediliyordu. Küçükken sadece imgeler, halisünasyonlarla başlamış ve kabuslarının yahut hayali canavarlarının sadece düş ürünü olmadığını fark etmesi uzun süre almamıştı. Şu an ise tüm o baharın, uzaklardan duyulan seslerin ne anlama geldiğini dahi bilmeden görünmesi iyice kafasını karıştırmıştı. Eğer gördükleri birer imge veya birinin sonsuzluğu, geleceği ise kimin olduğuna dair kafa yormalı mıydı bilmiyordu. Belki de sadece hiç yaşanmamış gibi davranmalı ve o hayali ezginin varlığının tadını çıkartmaktan başka bir şeye işe yaramadığı kanısına varmalıydı. Şu an için ise bir kenara bırakmak en iyisi sayılabilirdi.

Hafif fakat karın, ayaklarının altında ezildiğini duyacak kadar da ağır adımlarla ve belki biraz da düş kırıklığıyla tekrardan geriye dönüş yaparken gözüne o çarptı birden. Avludaki meşe ağacından yapılmış banklardan birinde, muhteşem bir çaresizlik ifadesinin tüm simasını ele geçirdiği uzaktan bile belli olan o genç adam. Gül rengi günbatımını arkasına almış, karlardan ve buzlardan kendisine dört duvar örmüşçesine kendi içine kapanmış, belki biraz başı öne eğik ve hiçbir şeyin fakat kendisinin, kendi sorunlarının farkında olmadığı yahut umursamadığı bir şekilde karşısındaydı. Muhtemelen Irja'nın görüp görebileceği en savunmasız haliyle de. Eğer ki başka bir varlık olsaydı tüm bunlara rağmen bile muhtemelen umursamayıp geri dönerdi, oysa gördüğü adam tamamiyle farklıydı. Tanrı'nın saatlerini verip özenerek yarattığı harikulade yaratık aynı zamanda Irja'nın yıllardır tanıdığı eski bir dost sayılabilirdi, bir yere kadar elbette. Bir süre sonra ikisinin de çevreleri birbirinden ayrılmış dahi olsa yine de bir sırdaş bildiği, hatta vaktini en çok çalan karşı cins olarak da tanıtabilirdi onu. Her ne kadar yıllardır tanışmalarından ötürü gelen bir tecrübeye sahip olsa da hiçbir zaman tam anlamıyla keşfetmiş sayılamayacağı ve bu yüzden ona hayranlık duyduğu genç adam, şimdi neden her zamanki neşeliliğini koruyamamıştı acaba? Büyük bir öğrenme arzusu ya da ona sırf zihin yapıları ve çevreleri değiştiğinden dolayı açılan aralarının aslında hiçbir şey ifade etmediğini göstermek amacıyla adımları onun olduğu banka yöneldi. Zaten fazla uzakta olmayan, sadece varlığını fark etmeyen oğlana karşı yaklaştı; koyu kahverengi saçlarının çevrelediği suratında, hemen o özenerek kondurulmuş kaşlarının altında yerlerini alan gözlerin kızarıklığını ve donukluğunu fark etti. Adımları sıklaştı, hedefine doğru biraz daha yaklaştı ve elindeki kağıdı da seçebilir hale geldi. Artan merakının başına bela olabileceği veyahut Jayden'ı düşünmesi için yalnız bırakması gerektiği fikri aklını dahi işgal etmedi. Sanki her şey planlanmıştı da ne yapacağını, hangi rolü oynayacağını biliyordu; tek fark bunun bir televizyon programından ziyade son derece gerçek ve doğal oluşuydu.

Yükselen öğrenme arzusunun onu son derece hissizleştirdiğini ancak Jayden'ın yanında yerini alıp, dirseği o soğuk metal kola değince fark etti. Sırtından aşağı, saçlarından eriyerek düşen kar tanelerini, aslında son derece şikayetçi olması gereken giyimi şeyler ise son derece önemsiz sayılsa dahi çok kısa bir süre için dikkatini dağıttı. Bu durum ona o kadar ironik ve şaşırtıcı geldi ki bir süre ne yapacağını kestiremedi. Gereğinden fazlasıyla çalışan beyni bazen gereğinden çok şeye aynı anda odaklanıyordu, çok rahatsız ediciydi. Arada sırada nerede, ne zamanda, ne yaptığını veya neye odaklanması gerektiğiyle ilgili küçük oyunlar sunuyor ve her şeyi mahvedebiliyordu mesela.

Hiçbir şey söylemedi bir süre için ve sadece Jayden'ın onun varlığını fark edip etmediğini gözlemledi. Farkına vardığını bile zannetmiyordu aslında ama o perişan halinden az da olsa değiştiğini görüyor ya da umuyordu. Onu, içinde olduğu küçük dünyadan kurtarmak veya bir parçası olmak, sadece kelimelerle tarif edemediği bir ruh haline sokmak istiyordu. Acımak değil de, duygularının üçte ikisinin sahibi olan adama karşı bir şey yapma arzusuydu. Bir geri ödemeydi, her ne kadar hiçbir zaman tam anlamıyla iade edemeyecek olduğunu düşünse de. Jayden, ona hayatı öğreten insanlardan biri ve Irja ise onun için duygularını dilediğince ifade edebileceği porselen ancak kırılması imkansız bir bebek olmuş denebilirdi.
Ani ama aynı zamanda yumuşak bir hareketle, izinsizce elini oğlanınkine götürdü ve onun sıkıca tutmuş olduğu kağıdı aldı. Sadece bu hareketle bile ona varlığını belli etmiş ve yarattığı dört duvarda sadece kendisine özel bir delik oluşturmasını sağlamış ve bu yeni dünyaya -belki de ütopya denebilirdi- dahil olmasını sağlamıştı. O ki, genç kızın farkında olduğu tek şey büyük bir hayranlık beslediği oğlan ve gözlerinin takip ettiği satırların sahibi olan, kardan dolayı mürekkebi bozulmuş mektuptan başka bir şey değildi. Konu yine kız kardeşi miydi? Tahmin edilebilir olsa da olayın bu kadar derin bir hâl aldığına ilk kez tanık oluyordu. Jayden'ın gereğinden fazla sevdiği ancak en ufak bir temasta kıracağı korkusuyla hiçbir şekilde temas edemediği kardeşini görmüş, belki biraz da sempati beslemişti. Jane o kadar güzel ve narindi ki, başkalarının temas edip kirletememesi için sanki lanetlenmişti. Özel bir yaratımdı o, sadece hak eden kişilere gösterebildiği bir görkeme sahipti. Hiçbir şekilde o hastalığı hak etmiyordu oysa.

Irja yavaşça oğlanın biraz daha yakınına geldi ona içindeki sıcaklığı vermek istercesine; elini oğlanın sırtına koyup hafif hareketlerle sıvazladı, cesaretlendirircesine. Bir süre ne yapacağı konusunda bocalamaya düşse dahi ustaca toparladı ve dudaklarından aklına gelen o ilk cümlenin dökülmesine izin verdi. "O, iyi olacak Jayden. Her zaman bir yol bulunur, bunu sen de biliyorsun. Seni şu an burada, böyle görseydi mutlu olacağını mı sanıyorsun? Ayrıca sen orada olmasan bile onu hayal edemeyeceği kadar sevdiğini ve önem verdiğini biliyor." Her ne kadar bir perinin ses tonuna sahip olduğu söylenemese de sözcüklerini o kadar dikkatli telaffuz etmişti ki, oldukça yumuşak ve sakinleştirici çıkmış, kendi sözleri bir eko gibi gelmişti kendisine bile. 'Böyle' derken kast ettiği merhamet edinesi durumundan ziyade verdiği söze rağmen onunla birlikte karanlığa gömülen birinden bahsediyordu ki, Jayden zaten bunun farkına varabilecek bir kapasitede ya da tecrübedeydi. Genç adamı hiçbir zaman kendisinden aşağı tutmamış aksine zihin yapısı nedeniyle o kadar özenmişti ki her kelimesini anlayabileceğini düşünüyordu. Oğlanın kendisine çevirilen gözlerine baktı bir süre, bunun nedensizce kendisini ürpertmesine izin verdi.
Irja Järvinen
Irja Järvinen

Vazife : VI. Sınıf
Mesaj Sayısı : 6

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


Sanctuary :: 

 :: 
bahçe
 :: 
avlu

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz