Sanctuary
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Lucinda Álvarez

Aşağa gitmek

Lucinda Álvarez Empty Lucinda Álvarez

Mesaj tarafından Ethelinda C.tesi Ağus. 30, 2014 5:54 pm




Mehtaba bakan gözleri zayıflığını ortaya koyuyordu. O çoktan çıkmış olsa da hayatından verandaya çıkıp yükselmekte olan ayı seyredince yanındaymış gibi hissediyordu. Gözlerinde birkaç damla yaş oynaşıyor fakat ağlamamaya verdiği karar üzerine vazgeçmek zorunda kalıyorlardı. Evet, zayıf ve hassastı Lucy. Görmek istemediği şeyler görmüştü mavi gözleri. Kalbine dokunan busenin sahibi, sevgiyi, hüznü ve aşkı getiren kişi şu an sadece bir yıldızdı gökyüzündekiler gibi. Cansız bedenine ev sahipliği yapan o mimikler bir süre katılaştığından öylece kalmış ardından uyur gibi bir pozisyona çevrilmişti. Belki sevgisini gösteremediğinin pişmanlığıydı o gördüğü belki de bir umut ile Lucy'nin ona verdiği yaşam öpücüğünün mükemmelliğinin katılaşmasıydı. Genç kız onun ne zaman öldüğünü bile bilmiyordu. Sol göğsünün altına bastırdığı başının soğukluğunu başından beri hissetmiş miydi yoksa? Öperken de artık burada olmadığının farkında mıydı? Adama karşı verdiği sözü tutamamıştı: ona 'eğer ölürsen seni takip edeceğim, yeter ki yanında olayım' demişti, ardından defalarca kez aşkını ilan etmişti. Korkaktı ki kız, nasıl kendi canına kıyabilsin? Buradaydı işte. Yine aynı verandadaydı, kendisini ilk kez ona tamamen verdiği evin verandasındaydı. Onunla beraber olurken aşkının karşılıksız olduğundan korkmuştu hala da emin değildi bu konudan. Adam onu gerçekten sevmiş miydi yoksa tek istediği saf, bakire bir kızın bedeni mi olmuştu? Eğer öyleyse ruhsuz, cansız yüzüne dökülen sıcacık, tuzlu gözyaşlarından utanacaktı. Bedenini ona sunduğu gece, adam istememişti ancak. Lucy onu baştan çıkartmıştı. Belki de en iğreneceği şey bu olurdu onun kalbinin boş olduğunu öğrenseydi. Yuvarlak, -yaşına göre- dolgun göğüslerini onun göğsüne dayaması, kalp atışlarını hissetmesinden iğrenecekti. Onun kalp atışlarını küçümseyecekti kendisininkine oranla daha yavaş olduğu için. Oysa emin olmalıydı değil mi aşkından? Şüpheye, kedere ve hüzne yer yoktur onun dünyasında. Adam onu sevmişti. Beni sevdi, beni sevdi, beni sevdi. Tekrarladı bir süre bu sözleri. Sesi titriyordu. Her bir vurgusunda melodikliğin yanında kırılganlık yatıyordu. Her bir kelimesini işittiğinde bedeni titremelerle sarsılıyor, aklına o sabah geliyordu. Bilmediği bir dilde dökülen kelimelerin birbiri ardına sıralanışını, o piçle ettiği kavgasını hatırlıyordu adamın. Ve sadece birkaç metre sonra, birkaç metre sonra yere yığılışını hatırlıyordu. Nereden geldiğini bile göremediği birinin kalbinde yaralar açmasını anımsıyordu. Vahşet. Peki, o ne yapmıştı ağlamaktan başka? Hiçbir şey. Sadece korkmuştu. Daha bu sabah teninin vanilya ve karamela karışımı gibi koktuğunu söyleyip beyaz bir gül verdiğindeki kıkırdayışının ardından adamın kendisini öptüğünü anımsadı. Duygu dolu ama kısacıktı.Tuzlu bir sıvı dudaklarına değdiğinde fark etti. Ağlıyordu. Adeta alev alev yanan kızıl saçlarının yakamadığı gözlerinden gözyaşları süzülüyordu. Kalbi delik deşik, dudakları ise o sıcaklığa bir daha kavuşmayacağını çoktan anlamış gibi, paramparçaydı sanki. Onsuzluğa dayanamıyordu işte. Beraber geçirdikleri onca gecenin ardından, her santimini ezbere bildiği simasının ardından unutamıyordu işte. Bir daha göremeyecek, kokusunu alamayacak ve dalgalı saçlarında parmaklarını gezdirirkenki ona az da olsa bir utanma duygusuyla, alman aksanı ile iltifat yağdırışının verdiği mutluluğu yakalayamayacaktı. Kendisinden yaklaşık altı yaş küçük biriyle olmanın verdiği utancı biliyordu adamdaki. Lucy daha 14 iken tanışmışlardı ve bir buçuk yıllık bir arkadaşlığın ardından kızın adamı baştan çıkartmasıyla ilişkileri tamamen değişmişti. Bazen adamın eve fahişe getirmesine bile aldırmazdı. Ne olursa olsun bilirdi ki Dietrich sadece ona aitti. İlk kez bunu yaptığında yatağın üzerindeki yarı çıplak kadından tiksinmiş ve beraberliklerinin bittiğini söylemişti. Fakat Dietrich gayet sakin bir şekilde onu dışarı yollayarak sadece Lucy’yi göğsüne yaslamıştı sakinleşsin diye. Ardından alnından, göz kapaklarından, dudaklarından ve boynundan öpmüş, adamın dudakları yavaşça daha da aşağıya kayarken sadece onu istediğini söylemişti. Lucy her ne kadar üzerindeki tişörtü teninden sıyırmasına ve çıplak göğüslerine dudaklarını bastırışına bir şey demese dahi daha ileri gidememişti o akşam. Dietrich’ten ayrılamamıştı yine de. Sanki bir rüyadaydı ve o ne isterse yapabilecek durumdaydı. O artık yoktu ama.Teşekkürlerini yolladı adama. Genç kız sıfatından ayırışı ve gerçek bir kadın gibi hissettirişi yüzünden. Bedeninden utanmamasını öğrettiği için. Verandadan ayrıldı yavaşça, ayak sesleri tahtanın üzerinde yankılandı. Gözlerini salonda gezdirdi onu ararcasına, bulamadı elbette. Üst kattaki yatak odasına doğru yöneldi. Orada olmasını istiyor o zamanki gibi iltifat edip sakinleştirmesini istiyordu. Kırılganlığını, hüznünü ve bu sefil halini birden bire yok etsin istiyordu. Kız o gece üzerine kan bulaşmış elbisesini kendisi çıkarttı, derisini çıkarttığını hissediyordu sanki. Acı verici. Defalarca kez beraber uyudukları çift kişilik yatağa tek başına gitti bu sefer. Sabah olduğunda karşısında Dietrich'in kusursuz yüzüne vuran ışığı zevkle izlemek istiyordu. Onu uyandırıp daha önce olmadığı kadar büyük bir haz ile öpmek istiyordu. Eğer onu bulamazsa gittiğini de kabullenmek istemiyordu. Eğer bu dünyada değilse, diğer tarafta değil midir zaten? Öyleyse kaybettiği aşkını neden orada bulamayasındı?
Ethelinda
Ethelinda
Hikmet'in Aşiftesi-

Vazife : Kurtadam
Mesaj Sayısı : 31

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Lucinda Álvarez Empty Geri: Lucinda Álvarez

Mesaj tarafından Ethelinda C.tesi Ağus. 30, 2014 5:56 pm




Mayıs 19, 2010'da yapılmış bir RP'dir.
Lucinda Álvarez (Çağlar) & Marléne Roux (Sibel)*

Lucinda Álvarez:
Aklını, kalbini kurcalayan bir şeyler vardı sanki ve o tarifsiz hislerden uzağa yelken açmıştı. İstediği şey yüreğini sarıp sarmalayarak uzun bir süre boyunca sıcak, sıcacık tutan adamın katilinden öç almak değildi. Neden yaptığını bile merak etmiyordu. Ama buradaydı işte. Bordeaux, Fransa. "Dietrich" diye mırıldandı; o sırada gözünde uzun bir süredir, o öldüğünden beridir birikmiş bir gözyaşı yüz hatlarının üzerinden geçip dudaklarına değdi. Acıyordu kanayan kalbi. Mimiksiz suratında belli olan bir hüzün, bir acı. Ellerini yüzüne kapattı genç kadın. Kendisini onun yokluğundan beri 'kız' sıfatına yakıştıramıyordu bile, bir kadındı o. Arzuları, hazları, acıları, hüznü tanıyan bir kadındı o. Elinin tersi ile gözyaşlarını sildi. Fransa'ya yaptığı yolculuğun amacı yüreğinin tensel, düşsel ve hissel yanının kaldıramayacağı ızdırabı çektirmek değildi kendisine. Buraya onu bulmaya gelmişti. Lanet olası katili. Ona aklına gelen tüm küfürleri sayabilirdi ancak bu neyi değiştirirdi ki? Saatlerce çift kişilik yatakta tek başına uzanarak hıçkırıklarla ağlamasını mı yoksa iç parçalayıcı bir şekilde eski hayatına dönme çabası mı? Bir kadının kızlık ayatına dönmesi sadece hayallerde olan bir şeydi. Onun düşünceleri ve hassasiyeti çoktan değişmişti sonuçta. Dietrich gittiğinden beri o kadar savunasız kalmıştı ki, bir daha karşılaşmayacağı mükemmel simayı kaybetmişti. Kırmızı elbisesinin, kanının, aşkının, yüreğinin binlerce parçaya ayırılmasını ağ misali tutacak bir Dietrich yoktu ve hepsi ateş ile kül olup rüzgar ile savurulmuşlardı boşluğa doğru.

Basık ve tenha bir bara girdi, gecenin bu vakitlerinde oldukça doğaldı yalnızlığı. Kim bilir belki sabahları kanatlarını onlarca müşteriye açıyordur? Aradığı kişiyi bulması zor olmamıştı, gözlerindeki öfketi ve acımasızlığı bile fark edebiliyordu. Tiksindi. Nasıl bir kadın bunu yapabilirdi? Nasıl? Hızlı, küçük adımlarla kadının karşısına geçti. Adının ne olduğunu falan merak etmiyordu. Kalbinin o minicik köşesindeki acıma duygusunu da elinin tersi ile itmişti. Katilin yüzüne baktı, muhtemelen kendisini o kocaman bir tepenin üzerinde gördüğü küçük dünyasından bakıyordu Lucy'e. Bu yüzdendir ki muhtemelen bir kızın onun kaşısına bu cüretle nasıl çıktığını merak ediyordu. Muhtemelen. Lucy'nin gözlerinden iki damla yaş süzülecek gibi olunca hızlıca sildi. Kadına çevirdiği gözlerini dudaklarının kıpırdanışı seyreyledi. "Sen o musun? Aradığım kadın, aradığım katil. Hayatımdaki tek önemli insanı öldüren zavallı?" Derince bir nefes aldı. Aklının köşesinde ağlamamak uğruna verdiği savaş sormak istediklerini gölgeye bırakıyordu. "Söyler misin neden yaptığını?" Dayanamamazlık. O küçümser gözlere katlanamıyordu. Eli yavaşça havaya kalktı fakat herkesin içinde vurmaya cesaret edemeyip yeniden indirdi. Üzgünüm sevgilim, intikamını almaya bile korkuyorum.

-------------------------------------------------------------------

Marléne Roux:
Titreyen elleri her defasında sonuncusu olacağına and içtiği bardaklardan yine birine; ürkek ve tenha bir kalbin, ruhun yansımasındandan öteye gidemeyen bakışları barı kaplayan kirli, koyu renk ahşaba kenetlenmişken burada ne aradığını soruyordu kendisine. Mahvettiği onca hayattan biri için duyduğu kederi mi dağıtacaktı, yoksa mahvedecek yeni bir hayat mı seçecekti kendisine? Virginia'nın haz duyduğu tek uğraşından haberdar olan birisi, yegâne emelinin bu olduğuna inandırabilirdi kendisini, fakat gerçeği bilen kimse yoktu. Ne cinayetlerden, ne de gerçek Virginia'dan haberdar olan kimse. İnce, pembe dudakları istemsiz bir gülümsemenin etkisinde kalmıştı, boşlukta asılı duran bir ruhtan fazlasını yansıtamıyordu yine. Sadece eğlenemez miydi? Kendisini Tanrıcılık oyununa fazla kaptırmasının sonucu olarak, tüm dünyevî işlerden elini eteğini çekip ancak bir katilin hastalıklı zihnine mi sahip olmalıydı? Buğulu camı dudaklarına götürdü, votkanın boğazından inmesiyle uykunun ağırlaştırdığı düşünceleri yeniden alevlenmiş, taze bir canlılık kazanmıştı. Sırtını dikleştirdi, gözünün önüne düşen bir tutam saçı arkaya doğru savurdu. Kim bilir kaç dakikadır yanındaki sandalyeye çökmüş duran bedene dikti zümrüt yeşili gözlerini, ani ruh hali değişimleri yine kendisini göstermişti, fakat kimsenin bundan bir şikayeti olmayacak gibiydi; ne de olsa o, her haliyle makul gösterebilirdi kendisini, etkileyebilirdi ve çekebilirdi. Tanımadığı ve asla tanıma zahmetinde bulunmayacağı orta yaşlı adamla, karşılıklı olarak sıradan ve anlamdan yoksun cümleler sıralarken zamanın ne kadar çabuk geçtiğinin farkına varmadığını anladı, güneş Bordeaux'yu çevreleyen tek tük dağların ardında gözden yiterken buraya girmişti, şimdi ise aynı ritüel ay tarafından gerçekleştirilmek üzereydi. Sabahı bekliyordu.

Kadının karmaşık sözleriydi belki adamı yanından gönderen, ya da sadece umarsız bir alaycılıkla onu süzmesi. İnsanı etkileyebildiğini biliyordu; iyi ya da kötü yönde olması ise sadece işin gereksiz ayrıntılarından biriydi. Barın üzerine çökmüş, akşamın erken saatlerinden kalma duman ve içki kokusunu içine çekti, alışık olmasa bile sevdiği bir başka şey. Çocukluğu bu kokunun arasında geçtiğindendi belki de, fakat ona tanıdık gelen 'duman' kavramı, her gece ebeveynlerinin zihinlerine çökendi. 'Dumanlanmış' insanları ondan daha iyi kim bilebilirdi ki, kim daha yakın olabilirdi? Bu gece etrafı onlarla çevriliydi, hiç birine elini bile sürmemesi ise kendi kendisini şaşırtabilen tek şeydi belki. Dar bakışlı ve cahil toplum 'kurban' derdi onun hayatını aldıklarına, Virginia içinse hepsi sevgilileriydi. Son, tek bir soluğu birlikte paylaşıyorlardı, ölüme birlikte gidiyorlardı ve en gizli özlerini sadece birbirleri görebiliyordu; başka ne olabilirdi ki? Vahşetle dolmuş bir bedenin eseri değildi onlar, aksine, seven ve kurtarmaya çalışan bir bedenin. Güldü. Yanındaki boş sandalyenin önü, genç bir kızla kapanmıştı o farkında olmadan. Dikkatini onun üzerinde topladığında, ancak son kelimelerini duyabilmişti. Fakat bu da yeterliydi onu tanıması için, her an ağlayacak gibi duran çehresinden, kristal tanecikleri gibi yanaklarından aşağı süzülmemek için gayret sarfeden gözyaşlarından, titrek sesinden. Kendisinden küçük olduğunu tahmin etse de öylesine dayanılmaz bir olayla karşılaşmıştı ki, olgunlaşıvermişti gereğinden çok daha önce. Zihninde tasarladığı tablodan kolayca sıyrıldı Virginia, sevgililerinin yakınlarına dikkat etmesini bilirdi, ve bu kız da oldukça yakındı Dietrich'e. Biliyordu, gözlemlemişti onları. İlk önce adamla tanışmıştı; sıradan, yüzeysel bir tanışma ve hiçbir anlam da ifade etmiyordu. Ama tanışmıştı bir kere. Onu takip etti, hayatını araştırdı ve en özel sırlarına bile utancın kırıntısını hissetmeden müdahale etti. Kıskandı. Öldürdü. Az önceki alaycı ifadesinden saniyeler içinde ayrıldı, rol yapabilme becerisi takdir edilesiydi elbette. İnce, yumuşak çehresi gözle görülür bir hüzün ve dalgınlıkla kaplandı, fakat bakışları aynıydı. Aynı umursamaz ve küçümseyici bakışlar, güzel. Kızın kalkan, sonra aynı anilikte inen elini gördükten sonra güldü, elinde olmadan dudaklarından çıkan küçük, saf bir kıkırdama.

" Nedenini bilmek istediğine emin misin? Bu kadar sevdiğin bir insanın, anlık bir deliliğe kurban gitmediğini, ölümünün ardındaki nedeni öğrenmek istiyor musun? Bence zihnindeki hatırasını kirletme. Beni bulmaya gelmemeliydin. "

-------------------------------------------------------------------

Lucinda Álvarez:
"Seni bulmaya gelmemeliydim mi? Lütfen. O aptal filmlerdekilerden daha düzgün konuşabileceğini zannediyordum. Onun, senin gibi birinin elinde can vermesi utanç verici. Kelimelerin sana mı ait? Sözlerin bir şeyi kanıtlar nitelikte mi? Hepsi palavra. Şimdi bana nedenini söyleyecek misin? Bir anlık bir şey olmadığından eminim, sizi gördüm. Eğer onunla yakınlaşsaydın ya da olacakları bilseydim kesinlikle ruhunu kendinden önce mahvetmek isterdim. İçinde hiç mi acıma duygusu oluşmadı? Sen bir tutsaksın bedeninle sınırlı kalmayan ıstırabın şehveti, gözlerini kör etmiş. Ve sen, adını bile bilmediğim katil, sen bir salaksın. Sevgi duygusuna karşı fark edemediğin bir açlığa sahipsin, cahilsin sen. En az sokaktaki dilenciler, fahişeler kadar cahil."

Kadının sözleri, gülüşü içindeki en ince bir tele dokunmuş öfke ile kaplamıştı bedenini. Olmadığı kadar hırçın ve vahşi bir kadının zihninde ihtişamla dans etmesine izin vermişti. Birkaç saniye için. Göğsü hızlı hızlı inip şişerken masmavi gözleri kupkuru, suratı mimiksizdi. Sözlerinde duraksayıp masaya yumruk atması onun kişiliğini yansıtmıyordu. Lucinda çok daha kırılgan, hassas fakat karşısındaki kadından daha çok karaktere sahip bir insandı. Yine de benliğini yiyen şey bir açıdan ona hak vermesiydi. Anıları ona özeldi, mürekkep lekeleri istenmeyen detaylardan başka şeyler değillerdi. Dietrich'ten sonra kimseyi sevememişti bile, aşina olmadığı kavramlardı sanki tüm bunlar. Ne zaman adını söylese yahut düşünse o minik kalbi acıyla kasılıyordu. İlk aşkının var oluşu, onu sevişi, aşkla sevişmesi ve hepsinin ölümü. Lucy'e fiziksel ve düşünsel olarak zarar veren, değdikçe kanayan yaralar. Onları yeniden sarmak istiyordu, yeniden âşık olmak, hüzünlerini kaybetmek ve yokmuş gibi davranmak. Karşısındaki katil ona alayla bakarken imkânsız yapamazdı, ama kutsal saydığı anılara da ihaneti olamazdı. Kızın sevgisi büyüktü lekelense dahi mazisi unuturdu kolayca, lekelense dahi zihni arıtırdı yavaşça kötülüklerden. Bıçakları bir bir çıkartırdı ona saplanan. Lucinda’nın yaradılışı böyleydi; tutkulu ve affedici. Merhamet göstermeyeceği tek şey karşısındaki kadın ve günahlarıydı. Bir başkasına bu kadar ağır şeylere kolayca mal olması af için saçmalık değil miydi? Katilin ona çektirdikleri unutulabilecek gibi miydi? Dietrich’in ona sözü vardı, on sekizine geldiği zaman evleneceklerdi. Çiçeklere kadar her şeyi planlamıştı genç bir kızın edası ile Lucy. Adamın dokunuşuyla güzelleştiğini hissediyor, dudaklarını dudaklarında hissedişiyle hiçbir şeye değişmeyeceği mutluluğu ve tutkuyu öğreniyor, tanıyor ve yaşıyordu. İlk kez birlikte olduklarında, kollarının arasında çırılçıplak uyuduğunda güvenmişti ona ilk kez. Onu bırakmayacağına dair bir güven hissetmişti fakat ayrılmak zorunda kalmışlardı. Hepsi ne yüzündendi? Bir kadının hissetmeyi arzuladığı haz... Ancak iki ucu keskin bir bıçaktı bu ne olursa olsun o kadına mutlaka geri dönecekti. Saf kızın ruhunu lekelemenin bedeli büyüktür. Gözlerini kapattı. Bir daha âşık olabilecek miydi sanki o her dokunuştan aldığı haz ile sevişebilecek miydi? Aşk hani sadece bir kez gelirdi? O şansını kaybetmiş ise yaşamasının manası ne idi? Dietrich yeri doldurulamaz bir portreydi. Ondan sonra ilk kez başkasıyla seviştiğinde o kadar ucube hissetmişti ki kendisini hiç olmadığı kadar kirli olarak görmüştü aynada. Ve şu ana kadar üzgün, yıpranmış bir halde olduğundan daha çok başka kimseyle de beraber olmamıştı. Dietrich’in bir ilk ve son olmasını istemişti başından beri ancak merakına yenik düşmüştü. Görmesi gerekiyordu başkalarıyla da aynı tutkuyu hissedip hissetmeyeceğinden. O alman aksanına kadar her şeyini hatırlıyordu Dietrich’in. Vücudunun her bir parçasını, her bir duygusunu, kelimesini… Onu o kadar çok özlüyordu ki.

Gözlerini açtı ve duygu selinden çıkmaya çabalarcasına onu aşkından ayıran kadına baktı. Göğsünde ağlamak istedi kadının; saatlerce, hiç durmadan. Katile istemsiz bir sevgi duymak istedi, onu kollarına almasını arzuladı. İmkânsızdı ondan merhamet beklemesi veya onunla uzlaşabileceğini düşünmesi. Dietrich’in kanını akıtan kişiye duyduğu tuhaf duygular zihninin karmaşasıydı sadece. İşlediği günahın yanı sıra yüzüne küçümseyici bakışlarını odaklaması, gülmesi iğrençti. Yine de tüm bunlara rağmen aklanabilir miydi? Tanrı aşkına, ne düşünüyordu böyle? Onu başta kendisi affetmek istemezdi ki ruhunu arıtmayı arzulasın. Sevgiyi hissedebilen bir kadın olmasını ve aşkının elinden kayıp onun da aynı hislere maruz kalmasını istedi. Belki o zaman öldürmekten vazgeçebilirdi. Ama kadın duygusuzdu. Duygusuzdu kadının ruhu da, en az denizin mükemmelliğinin içindeki yosunlar kadar. Güzel bir bedene hapsolmuş olması önemli değildi onun hisleri, tensel bir acısı yoktu. Parçalamıştı kendisini, zihnini de tabii ki. Bencilce öldürüyordu sonuçta beklentisi ya da inancı da yoktu tabii ki. Acıdı ona ve iğrendi. Bu iyilik duygusu her ne ise anında yok olması fazlasıyla güzel olacaktı. Lucinda zihninin tıpkı dalgalar gibi gelip gittiğini düşündü. Zihnine tam anlamıyla sahip olsaydı oradan ayrılırdı, duygularını kontrol edebilseydi ondan sadece nefret ederdi. Oysa şimdi oturduğu yere mıhlanmıştı adeta, kıpırdayamıyordu bile; ona acıyordu ve aklanmasını istiyordu, iğreniyordu ve nefret ediyordu. İkilemdeydi. Dietrich, kalbinin kalan o zerrelerinde hala yaşayan adam olsa ne yapardı ki? Onu çok iyi tanımasına rağmen bilmiyordu. Oradan gitmeliydi. Fransa’ya kadar boşuna gelmişti. Ayakları hareket etmiyor, hatta nefes bile alamıyordu sanki. Sadece cevabı bekliyordu. Merak etmemeliydi ama. Eğer sonu kötü olacaksa, merak etmemeliydi.

-------------------------------------------------------------------

Marléne Roux:
Karşısında, engellenemez bir öfkeyle, belki de hayatı boyunca sahip olduğu tek aşkının ellerinden kayıp gitmesine can acıtıcı bir şaka gibi tanık olmasının verdiği ızdırabın basit kelimelere aktarılışını hiçbir tepki vermeksizin izliyordu genç kadın. Hakaretleri kum tanelerinin üzerine yazılmış kelimelerin berrak bir dalgayla yok olması gibi gelip geçti zihninden, üstünde fazla durmadı. Eğer mantıklı bir konuşma olsaydı bu yaptıkları, ya da en azından istemli, o halde kendisini sorgulayabilirdi bu sıfatların ona uyup uymadığı konusunda. Kendisini çok üstün, ya da diğerlerini çok küçük gördüğünden değildi fakat alınmaması, sadece empatinin getirdiği sonuçlardan biriydi. Ve muhtemelen karşı konulamaz bir acıyla harmanlanmış zihnin, tam karşısında duran kızın düşündüğünün aksine o anlayabiliyordu. Hissedebiliyordu başkalarının duygularını, hiçbir şeyden aciz değildi konu insaniyet olduğunda. Fakat sadece ruhunun çoktan kararmış, gözden kaçmış köşelerinde saklıyordu o hassas ve aptal tarafını. Birisine aşık olmak ve körü körüne peşinden gitmek, her şeyi ve her sınırı unutup o anki hazla yaşamak, sadece yaşamak zordu onun için, neredeyse imkansız. Ama bunları yapamayacak olması, düşünememesi anlamına da gelmezdi ki, nitekim Virginia ruhunun çalkantılarının el verdiği kadarıyla duygusal, el verdiği kadar hassastı. O dahil kimsenin görmeyi tercih etmediği bir yanı vardı ve o yanı, görülmeyi bekliyordu. Derin bir nefes aldı, ne diyebilirdi ki? Karşısındaki genç kızlık ile kadınlık arasındaki ince çizgide gidip gelen bedene baktı, ne diyebilirdi? Kendisini haklı çıkarmaya çalışmayacağını biliyordu, bir emeli, arzusu ya da yaptığı işi kendi gözünde kutsallaştıracak herhangi bir nedeni yoktu. Fakat pişmanlık duymayacağının da farkındaydı, bugüne kadar ardında bıraktığı cansız bedenlerin hiçbirinin varlığı yüzünden kendisine yüklenmemişti, şimdi de yapmayacaktı. Kendisine hiçbir iz bırakmayan o bedenlerin bir zamanlar ait olduğu insanları ilk görüşü değildi bu, elbette ki şu kız gibi bir çoğuyla karşı karşıya gelmişti. Ama hiç biri onun yumuşak ve uysal hatları altında yatanın, bu dehşet verici olaylardan sorumlu olduğunu bilmiyordu. Bu kızın aksine. Ne diyeceğini bilememesi gibi bir durumla ilk defa karşı karşıya olmanın getirdiği duygu karmaşasıyla tipik hareketleri sıralardı; elini saçlarının arasından geçirme, bakışlarını aşağı indirme ve nefesinin sıklaşması. Belki ilk defa rol değildi bunlar.

" Benim farkedemediğim bir açlığı sen mi farkettin? Sen mi karar veriyorsun insanların aptallığına, cahilliğine? Sana karşılık vermemi bekliyorsun. Belki, bağırarak birbiri ardına hakaretler ve gereksiz, boş cevaplar sıralasam daha iyi olacaktı, daha iyi olmasını bekleyecektin. Peki bunu yapmayacağıma göre, ne demeliyim? Ne dememi isterdin, beklerdin? Belki klişe olmayan birşeyler -benden beklediğinin aksine, değil mi? Mesela, ah, ben onu kendi bencil çıkarlarım uğruna öldürmedim. Ona aşık değildim, arzulamıyordum, ve aynı şey senin için de geçerli. "

Birkaç dakika önceki saf kıkırtısı, bu sefer daha alaycı bir şekilde döküldü dudaklarından.

" Sana nedenini anlatırdım, ama anlamaktan acizsin. Eğer anlayabilecek olsaydın, emin ol benim bir yansımam olmuştun çoktan. Ve hayır, sandığının aksine kendimi çok yüce görmüyorum ve duygudan yoksun da değilim. Herkes böyle düşünür. Ama herkes göremez. "

On iki yıl önce. Henüz sekiz yaşında bir kız çocuğu, bedeni derecesinde kirletilmemiş bir zihne ve ruha sahip. Bordeaux'taki az rastlanan karanlık ve pis sokaklardan birindeki evlerinde oturmuş, annesini bekliyor. Gecenin tüm ihtişamıyla çökmesine çok az kalmış, şehrin tüm günahlarını ve ahlaksızlığını örtmesine. Kapısındaki küçük delikten dışarı bakıyor korkuyla, ve kadın, utanmaz kahkahaları eşliğinde kim bilir daha kaç erkeğin kısa süreli durağı olan bedenini sunuyor. Virginia çevresi tarafından dindar, yardımsever ve bir meleğin yeryüzüne inmiş hali olarak görülen bu kadının geceleri nasıl bir değişime uğradığına bir kez daha şaşıp kalıyor. Farklı karakterler mi? Evet. Gündüzleri mükemmel bir kadın profili çizen varlığa Sylvie diyor Virginia, herkes gibi. Fakat geceleri ortaya çıkıp kızının izlediğini bile bile fahişelik yapan kadın o değildi, ona da Noémi diyordu; okuduğu bir kitaptaki fahişe karakter. Babası yoktu. En azından basit yaşantısının ilk sekiz yılında. Annesine ürkek bir merakla her gece gelen bu adamların kim olduğunu sorduğunda 'babası' olduğu cevabını almıştı, ve basit yaşantısının değişimi de bu ana denk gelmişti beklenen bir biçimde. Bazen sarışın, uzun ve çelimsiz; bazen iri yarı esmer adamların tek bir babaya maloluşuna zihni ancak babasının birden çok kişi olduğu çıkışını bulabilmişti. Annesi birden çoktu, babası birden çoktu; peki o niye olamasındı? Erkeklere duyduğu hastalıklı arzu, Sylvie'nin kızında tuhaf bir nefretle karışık olarak ortaya çıkmıştı. Evet, eğer kıza nedenini anlatmaya kalksa, hayatının başlangıcından itibaren her saniyesini kelimelere dizmesi gerekirdi. En sonunda da anlardı ki, boşuna olmuştu hepsi. Anlayacak birisinin arayışlarındaydı geçen seneler boyunca, fakat ona en fazla yaklaşan insan, kendisine ve haberdar olduğu cinayetlerine duyduğu hayranlık yüzünden Virginia'nın ilgisini bir erkeğin ağzından mektuplar yazarak en özel sırlarını öğrenen bir kadın olmuştu. Ah, ihanet. Kimliğini öğrendiğinde, o zavallı, öldürdüğü ilk dişi statüsüne erişmişti. Tahammül edemeyeceği tek şeyi ona sunanlar, daha asil bir sonu hak etmezlerdi, hiçbir zaman da etmediler. Düşüncelerinin ağırlığından sıyrılıp tekrar kıza dikti hüzün ve dalgınlıkla buğulanmış gözlerini, öylesine kırılgan ve ikilemde görünüyordu ki neredeyse genç kadının merhamet hislerini hareketlerine yansıtacaktı. İçinden güldü. Birilerine sarılmayalı, avutmayalı ne kadar olmuştu gerçekten?


Ethelinda
Ethelinda
Hikmet'in Aşiftesi-

Vazife : Kurtadam
Mesaj Sayısı : 31

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz